Saturday, May 20, 2006

Devam (IV)

Her şey hazırdı orduma son kez baktım ufuğa doğru ufuktaki ışıklar şaçan ama ülkemi aydınlatamayan ülkeye doğru yok edicektim onu artık. Avludan aşağı inip ahıra gittim atım en yol zırhıyla kuşanılmıştı. Üstümdeki zırha aldırmadan tek hamlede bindim atıma... İlerledim komutanlarımın önüne çıktım. Saygı ve korkuyla harmanlanmış bir ifade vardı gözlerinde. Bütün sesimle bağırdım "Karanlığın askerleri işte beklediğiniz an bugün bu sefer barış antlaşması olmayacak bu sefer yanılsama olmayacak bu sefer orta yol bulunmaya çalışılmayacak..." Komutanlarım atlarına bindi ve bölüklerini başına geçti bende hepsinin önüne ve gözlerimiz kamaştıran askerlerimi ve beni kör etmek için parıldayan ışığa doğru harekete geçtik.

Wednesday, May 17, 2006

Mırıntı

Bulundukları bölme su doluyordu büyük bir hızla. İçerdekiler dalgaların arasında bir çıkıp bir batıyorlardı. Belki bu kadar hareket etmeseler su bu kadar dalgalanmayacak ama panik hakim odaya bunu düşünücek durumda değiller. Su odaya dolduğu gibi bir yandan da boşalıyordu. Biraz daha geçti zaman aynı durumda... Sonra büyük bir çarpma sesi duyuldu ve suyun akması kesildi ve çok yüksek bir hılza su boşaldı. İçerdekiler ere serildi ve biraz soluklandılar. Yerde yatan insanların en başında duran kız az önce onların kemiklerini ezercesine su gönderen deliğe bakmaya bşaladı suyu ne kesmişti anlamaya çalışıyordu... Deliğe doğru süründü önce deliği kapatan şeyin rengini gördü "kahve" sonra üzerindeki budakları gördü bu kocaman bir ahşap parçasıydı. Kız kurtarıcısına dokunmak istedi elini uzattı bu el uzatış kıyameti ateşledi güvenilir gözüken tahta çatırdamaya ve su sızdırmaya başladı ve parçalandı. Su daha yüksek bir hızla dolmaya başladı önüne çıkan herşeyi karşı duvara fırlatıp ezip parçalayarak.

Monday, May 15, 2006

Demeden Edemeyeciğim

Karanlığımın siyahına dost iki renk" SARI KIRMIZI "...

Budamı rastlantı Aziz'e'...
Hindi kime bindi Tuncay...
Futbol çeneleri niye sustunuz...
Parayla değil alın teriyle...

Sarıyla Kırmızıyla Şampiyon olduk bütün zorluklara göğsümüzü gererek....


Thursday, May 11, 2006

Üç süper güç

Üçe bölünmeden önce koskoca bir kıtayı uyum ve barış içinde paylaşıyorlardı. O gezegendenki tek kıtaydı burası geri kalan kısımlar suyla kaplıydı gilecek başka bir yer yoktu. Kıtanın sınırları herkeze açıktı düzeni bozmadıkça. Sonra gezegene bir varlık geldi. Bu varlık kıtadaki kimi insanları çok derinden etkiledi. Kimisi ise bu varlıktan çok korktu geldiği yere gönderilmesi gerektiğini düşündü kimisi de umursamadı onlar için önemli olan barıştı önce aradaki kopmayı gidermeye çalıştılar ama bölünme kaçınılmazdı. Kıtada yaşıyan insanlar duyguları bakımın dan üçe ayrıldı. Gitmesini isteyenler, kalmasını isteyenler ve ikisi arasında bir yol çizmiş olanlar. Başlarda çok kısa bir süre gitmesini isteyenler baskın çıktı sonra sesleri solukları kesildi çünkü varlık kalmasını isteyenleri destekledi kendisi fark etmesede kalmasını isteyenler onu yüceltti onu OLMADIĞI hiçbir zamanda OLMAYACAĞI bir forma soktu varlıkta bundan faydalana bildiği kadar faydalandı. Sonra varlık bir anda fikir değiştirdi kalmsını isteyenlerin ilgisi ona ya yetmemişti yada beyenmemişti onları. Orta yol bulmaya çalışanlara yanaştı onları etklemeye çalıştı. Bu amacındada başarılı da oldu arada sıra kalmasını isteyenlerin sesini orta yolu bulmaya çalışanların gücüyle bastırdı. Zaman geçtikce varlık daha çok hata yapmaya başladı en büyük hatası ise başka bir gezegene gitmesi oldu arada sırada geri dönüp geride bıraktığı gezegeni bulandırıp yeni gezegenine geri dönüyordu artık. Bu gezegeni elinde tutmak için söylemedi yalan çevirmediği dolap kalmadı. Gitmesini isteyenler haklı oldukları halde susturulmuş olmanın verdiği hırsla bütün o zaman boyunca kinlerini, nefretlerini ve initikam planlarını biriktirdiler taki doğru günü buluncaya kadar. Bir gün varlık geri döndüm dedi sizmişsiniz benim tek insanlarım dedi üç gruptan da kimseyi ayırmayak ama buda bir yalanmış... Bir anda ortayolu bulmaya çalışanlarla kalmasını isteyenler yıkıldı kendi içlerinde çeliştiler... İŞTE GÜNLERİ gelmişti gitmesini isteyenlerin o güne kadar bir sürü silah bir sürü plan biriktirmişlerdi varlığı bu gezegenden yeterince uzak tutmaya yeticek kadar saldırıları okadar ani ve çabuk olduki kendileri dışında geriye hayatta kimse bırakmadılar. Varlık son bir oyun yapıp gitmesini isteyenleri her zaman affediceğini söyledi ama gitmesini isteyenler ona öyle bir saldırdıki hayatında hiç bir zaman böyle bir tepki beklemiyordu. Varlık önüne dökülen bütün yalanları yaptığı bütün oyunlarında kullandığı maskelerini toplayıp öbür gezegene kaçtı. Nüfüsü üçte bire düşmüş koskoca gezegende savaşın getirdiği yorgunluk ve bir bitkinlik vardı ama tatlı bir mutluluk kardeşlerini öldürmüş olmanın getirdiği hüzün kazanılan özgürlüğün yanında hiç kalıyordu. Bütün kıta yerle bir olmuştu ama çok hızlı toplanıyordu bu sefer. Tarihçiler bu savaşı ikinci özgürlük savaşı olarak kayda geçiricekti ama ilk savaştada olduğu gibi bu savaştada yaşanılan üzüntüler alınan dersler her yeni gelen varlıkta bir kenara atılacak ve her şey yeniden yaşanıcaktı. Taki kıtada hayat son buluncaya kadar....



Üç süper güçün kim olduğunu bula bilirmisiniz???

Monday, May 08, 2006

Korku

Ne zaman kaybetmiştim hiç hatırlamıyorum korkularımı. Ateşten, yüksekten, ölmekten korkmayı unuttum. Bir kibriti elim yanıncaya kadar tutabilirim elim yanar diye korkmadan. En yüksek yerlerin kenarına kadar gidebilirm düşüpde ölürüm diye korkmadan. Ölmekten de korkmamaya başladım belkide askalsın ölüyordum limitine çok geldiğim içinmidir?? Yükseklik ?? her defasından daha yüksekten atladım suya sonun da çoğun insan için yüksek olan 5 metre bile benim için sıkıcı bir düşüş oluyor artık. Peki nasıl bir duygu düşmek derseniz ben iyi bilirim tam geldim dediğiniz anda düşmeye devam edersiniz dehşet vericidir ilk seferinde suya vardığınızda güven sarar retrafınızı ve yeniden daha yüksekten atlama arzusu. Belki böyle böyle köreldi korunma içgüdülerim başka kim 5. kata apartmanın cephesinden tırmanır... Lisenin 4 kat yükseklikte tırmanma duvarına güvenliksiz tırmanır??? Çocukken çok düştüm çok parçaladım dirseklerimi dizlerimi bilirim yaraya basılan tentirdiyotun acısını ama o acı bitişi temsil eder acıların. Çünkü ondan sonra bir daha acımaz. Canımda zor acıyor artık anca çok ağır darbeler hissizleşiyorum gittikçe. Geçirdiğim ufak operasyonlarda doktorlar bile şaşıyor sakinliğime yaptıkları işleri nasıl izlediğime, etimi yakarken, tırnağımı sökerken, dikişleri atarken. Kimseyi kaybetmektende korkmuyorum körlemesine korkusuzum anlaşılan bu hayatta. Kırılmaktan, incinmekten, üzülmekten, zarar görmekten ve ölümden korkmuyorum nedenimi ? Kullanılmayan herşey körelir ben hayatta kalma iç güdülerimi köreltiyorum kasten ve isteyerek kendi kıyametimi hazırlıyorum biliyorum. Duracağım yer geldiğinde umarım durabilirim...

Sunday, May 07, 2006

Devam (III)

Uyanıyorum yaşadığım yerden daha karanlık olan uykularımdan gene üya görmedim sadece kaybolan ruhların yalvarışları... Kapı açılıyor hizmetliler içeri geliyor kahvaltımla ne var diye bakıyorum tepsiye.. Bu karanlık toprakların yetiştirdiği renkisiz meyvalar akınlarda yakalanan ineklerden eldeedilen kahvaltıda yenicek et yemekleri pekde zengin olmayan ama doyurucu bir kahvaltı. İlginç bir şekilde özlemini duyuyorum bu kahvaltının ve tabiki büycünün bana hazırladığı iksir güçlerim de zayıflamıştı iyice bu sabah için bana özel bir doz ayarlamıştı kaybettiklierimi de yerine getiricekti... Kahvaltımı bitiriyorum odamdan çıkıp giyinme odasına geçiyorum gene hizmetkarlar çevremde dönmeye başlıyor. Önce örme zincirden yapılmış zırhımı üstüme geçiriyorum bu zırha hiç bir kılıç işlemez bu hep böyle oldu. Onun üstüne ince deri bir zırh dökülücek kızgın yağlara karşı... onunda üstüne gene siyah metalden bir kalın zırh oda oklara taşlara karşı.... Büyücünün iksirini içiyorum kafamda çılgınlar gibi sesler duyulmaya başlıyor. Hissizleşiyorum bir naada oda daki bütün objler konuşmaya başlıyor hepsini farklı birşekilde görüyorum hepsini hissede biliyorum bütün gücüm odanın içne doluyor. Kılıcımı çağırıyorum bütün hızıyla yanıma geliyor belimdeki kuşağa takıyorum onu da zırhın ağırlığın ihç hissetmiyorum bile çünkü bir uzvum haline geliyor hepsi. Avluya çıkıyorum odadan kenra geliyorum ve orduma bakıyorum beni bekliyor aynen orada bıraktığım gibi tek fark kan istiyorlar artık bolca dökülecek kan...

Friday, May 05, 2006

Kokular

Kokular her taraftan gelirler burnumuzdan içeri girip beyinde gerkli yerleri uyandırmasına asla engel olamayız peki kokular sadece beynimizde kötü bir koku iyi bir kokumu dürtülerini uyandırır?? Bence kokular hayatımızda yaşadığımız anılarıda hatırlatır. Yeni aldığımız bir defter ilk okul orta okul lise bütün o ilk başlangıçları hatırlatmazmı yada durduk yere gelen bir kan kokusu neleri hatırlatır bana çok şey hatırlatıyor. Yana ateşin kokusu ne güzel anıları vardır bende... Geceleyin kalkıp bardakların olduğu dolabı açtığımda burnuma gelen tutkal kokusu o dolapların montaj gününe geri götürü beni.. Yada mazot kokusunun yaz tatillerinde tekne de yaşadıklarımı getirir aklıma. Kokular anıların anahtarı olabilir diye bilirmiyiz? Bence diye biliriz...

Thursday, May 04, 2006

Devam (II)

Karanlığın içinde adım adım ilerliyorum ayakalarımı görmeden rotamı ilerde duyulan su sesine çevirmiştim biliyorum ordan bir dere geçmiyor orası karanlığın merkezini koruyan içinde türlü kötülüğün yattığı kaleyi koruyan bir su kanalının sesi o. İçinde neler vardı köpek balıkları, timsahlar, kayıp ruhlar, zombiler... Başka insanların iyiliklerini saniyesinde emip yok edicek varlıklar. Yürüdüğüm yol vıcıklaşıyor sus sesi de arttı çok bu demektir artık suyun kenarındayım şimdi taş kaideyi bulmalıyım gözlerimi kapatıp iç güdülerimle ilerliyorum evet soğuk taşlar hissedebiliyorum ellerimle... Yokluyorum birazcık doğru yeri bulunca çatırtılarla bir makneizma çalışmaya başlıyor. Herşeyin siyah beyaz olduğu ışığın hiç istenmediği bir yere ilk defa ışık yayılmaya başlıyor ama bu ışık sahibi dışında kimseye hizmet etmeyen bir ışık... Köydeki varlıklı insanların ışığa alışmış köleleri büyük bir hvesle ışığa koşuyorlar bir çıkış bulduklarını düşünerek hepsi bir anda kör oluyor çünkü bu ışık sadece tek bir kişiye ait. Tahta köprü yere değdiğinde ışığa doğru yürüyorum içeri girince köprü yeniden yükselmeye başlıyor. İçerde yana kocaman bir ateş aynen bıraktığım gibi... Ateşe yaklaşıyorum içinde tanıdık yüzler görüyorum açıyla çığlık atıyorlar elimin tek hareketiyle bir anda çığlıkları duyulmaya başlıyor. Gene aynı hareketle seslerini kapıyorum kendi çığlığını duyamamak bile tek başına bir işkence. Ateş ten uzaklaşıp merdivenlere yöneliyorum. Hizmetkarlarım diz çöküyor biliyorlar efendileri geri döndü... Biliyorlar barışın bittiğini... Savaşın yeniden başladığını ve artık hiç bir kuralın geçerli olmadığını...

Onlarda korkuyor kaşılarındaki bu varlıktan çünkü hiç tanıyamadılar onu. Onlar için bu varlık aklından 1000 lerce düşünce geçen her yeni zamanda yeni bir ızdırap fikriyle ortaya çıkan bir şey. Onu 100lerce savaştan çok ağır yaralarla geri dünmüş olarak gördüler ama bir kez ağzından açıyor kelimesi çıkmadı. Baya bir korku ve baya bir saygı duyuyorlar ona...

Karar odama giriyorum bir kitap havada süzülerek önüme geliyor bir şeyler diyor. İçimden saçmalıyor diyorum elimle bir yana itiyorum kitabı ihtişamlı koltuğuma yöneliyorum. Kenarda dayalı duran kılıcı çekiyorum. Siyah çelikten yapılmış bir kılıç bu kör gibi gözüküyor ama en iyi zırhları bile sanki kumaş kesiyormuş gibi ikiye ayıracak kadar keskin bu kılıç benim gibi asla ne olduğunu göstermiyor. Düşmanını kandırıp yanına çekiyor sonra bitirici hamleyi vuruyor.

Devam edicek...

Yalnız Bir Gün

Ne kadar yalnız bir gün ve benim günüm.
Hayatımın en yalnız günü.
Bu kadar yalnız bir gün yasaklanmalı.
Hayatımın en yalnız günü.
Böyle bir gün olmamalı.
Bugünden hiç bir zaman kaçamadım.
Hayatımın en yalnız günü.
Eğer gidersen bende senle gelmek istiyorum
Eğer ölürsen bende seninle ölmek istiyorum.
Elini çek ve uzaklara yürü..
Hayatımın en yalnız günü.
Hayatımın en yalnız günü.
Çok yalnız bir gün ve benim.
Bugün hayatta kaldığım için çok mutluyum.

Wednesday, May 03, 2006

Uğraşamam

Uğraşamam kimsenin kaprisiyle, siniryle uğraşmayacağım caba sarf etmeyeceğim insanların düşüncelerini değiştirmeye, kendime önem vereceğim çünkü kendimden başkasına güvenmek çok riskli geliyor.... Dürüst insan arıyorum kendime buldummu korumaya çalışıyorum... Karakaplı defterim var insanların hatalarının yazdığı... Okadar kalın bir defterki açılıp okunmaya kalksa parçalanır gider... mi? acaba gitmez o kadar sağlamki o defter değil parçalanmak nükleer bombaya bile karşı koyar çünkü orda ilerde tarafınıza karşı kullanılıcak bütün kozlar yazıyor kullanıp kullanmamak bana kalmış. İntikammıdır bunu adı evet intikam... Kincimiyim evet kinciyim fil gibi bir hafızam var kötülük konusunda tilki kadar kurnazım olayları içinden değil dışından görürüm olayları yönetmektense dönüşüne göre üfleyerek yavaş yavaş istediğim duruma geitrip onları parçalamak yönetmek vs vs ... Çılgınlık yapmak laızm bu aralar çok düzenli olmaya başladım... Napsam napsam.... En iyisi yatmak ve daha fazla saçmalamamak...

Tuesday, May 02, 2006

Kasten farkında olmamak ...

Yanımızda bizim için atan bir gönül olduğunu nasıl anlarız fark edebilirmiyiz kolayca onu ? Peki o bizimde aynı şeyleri hissettiğimizi fark edebilirmi ? Oda koşullarında bu iki kişinin bir araya gelmemesi için hiç bir sebep yoktur peki ya oda koşulları yoksa ve insanlarda yaralı çekinik ve bir bıkkınlık halindeyseler. O zaman ne olucak birbirlerinin hamlelerini her hareketlerini doğru yorumluyorlarsa neden halen ilk adımı atmaya çekiniyorlar. Neden bu korkaklık her iki tarafında kendisine göre geçerli bir sebebi var evet ama... Neden? Gönül gözü demişler boşuna dememişler gönül gözüyle görmek karşındakini tüm kusurları silinmiş olarak görmek. Onu mükkemel hale getirmek. Peki ya gönül gözü körse ?? Belliki kör hemde doğuştan ee karşı tarafta körse ne olucak... Kavuşamayacaklarmı bu iki kişi hiç bir şekilde... GÖNÜL GÖZÜ KÖR OLSA NE OLUR AŞKIN GÖZÜ KÖR DEĞİLMİDİR???
 

Darkness Of My Mind © 2008. Chaotic Soul :: Converted by Randomness