İleri birliklerini kaybetmişti kral. Üzerime iki dev ordu göndermişti ama hiç biri başarılı olmamıştı istenilenin aksine gelen rdular bana daha içeri ilerlemem için gerekli olan erzağıda getirmişti. Büyücüler düşman askerlerinin ruhlarını ateşimin içine gönderioyrdu sarayımın avlusunda yanan ateşin ışıkları artık bu iyilik güzellik dolu ülkenin saçtığı ışığı karanlığa bastırıyordu. Bir çok köy boşaltılmıştı halkın çoğu kalenin içine çekiliyordu. Son kamp yerimiz de dev çadırımın kurulu olduğu tepeden Kralın ve alilesinin sığındığı saray gözüküyordu konsantre oludum çook gerilerden öğrenilmiş bir büyü geçirdim aklımdan... Kenardaki korudan bir karga yükseldi gözlerim oldu benim kulağına gideceği yönü fısıldadım... Kaleye doğru uçmaya başladı kaleye yaklaştıkça önce kalenin surlarındaki cesur gözcüleri gördüm. Sonra içerdeki korkmuş halk... iç kısımlarda saraya doğru uçmasını söyledim kargaya.. Bir balkona kondu karga içeride onu gördüm sonra karga başka bir balkona yöneldi gene trabzanlara kondu. Komutanlarıyla harıl harıl konuşuyordu büyüclerde yanında bilge büyücüler bir şey yapmazken çaylak ve çok hırslı olanlar kendi çaplarında krala gösteriler yapıp ona cesaret veriyordu. Bir anda karga sarsıldı bir çırpanışa bir boğulma bende hissettim bu boğulmayı karga uçamdığı halde yerden havalandı bilge büyücülerden birinin önene geldi. Büyücünün beni gördüğünü anladım o anda bana bakıyordu büyü gücü bendne kat kat güçlüydü öylede olmalıydı ben sadece bir kaç büyü ezberlemiş büyüden çok kılıcına güvenen bir savaşçıyım aurasının arkasına saklanan bir vur kaççı değilim. Büyücü bunun farkındaydı ve kargayı eline aldı ve tek hamlede kafasını vucudundan ayırdı. Onun için o karga artık karanlığımın bir parçasıydı ve yok edilmeliydi. Benim için ise o karga birazdan ölücek bir sürü masum köylüden kat ve kat değerliydi.....
Okçularımın komutanına haber verdim bütün bölüğünü toplayıp yola çıkması için bütün. Bende hafif zırhımı kuşanıp kara okumu aldım. Dışarı çıktığımda komutanım hazır beni bekliyordu bende at bindim kaleyi menzilimiz içine alıncaya kadar ilerlemeye başladık. Kaledekiler de görmüş olmalı bunu surlar bir anda okçularla dolmaya başladı. Uzman okçular belirli bir seviyede durdular bu bir gösteriydi onlar için normal bölüğün gerisinde dururlar ama onlardan daha iyi hedef vurular. önce çok ufak bir grup yaylarını gerdi durup onları izlemye başladım zaman ağırlaştı yayların gerilmesi limitlerine gelip çatırdamaya başladıklarını duyuyordum ve ilk okun fırlayışı okun düştüğü yerde ya bir asker yada bir sivil olucaktı önemli değil sadece biri ölücekti bir kaç saniye sonra ateşe atılan bir ruh daha sonra bir kaç ok daha kaleden de bir kaç ok atılıyodu ama varamıyorlardı durduğumuz yere... Hiç beklenmedik bir olay oldu bir anda kalenin kapıları açıldı ve hepsin yok ettiğim sandığım süvariler kapıdan fırlayı verdi amaçları korumasız okçuları doğramaktı bu çok iyi bir taktikti ama hesaba katmadıkları bir şey vardı atları. Atlar ne kadar zeki olurlarsa olsunlar her zaman korkak hayvanlardır. Hızla üzerimize gelen atlılara yapılıcak en basit şey belli bir noktaya gelmelerini sağlamak ve yatay atışa hepsini deşmek... Dediğim gibi olduda bir kaç acemi okçu öldü bir süvari yanıma kadar ulaşmayı başardı ama oda 1 metreden atılmış bir çelik ucun zırhını delip içinde parçalanmasıyla ölüp gitti. Yanımızdaki oklar bitinceye kadar kaleyi ok yağmuruna tuttuk geri kalan birliklerim artık yanıma gelmişlerdi. Uzun menzilli silahlarım piyadeler tarafından kuruluyordu katapultlari
, istila kuleleri, koç başları.... Bir kaç genç büyücü kendilerini ustalarına ispatlamak için gökyüzünden ateş topları yağdırmaya çalıştı ama başarılı olamdılar verdikleri zarar bir kaç yüz askerden fazla değildi bende milyonlarcası vardı. Bütün ordumu istediğim konumlara yerleştirdim ve hazır olun emirin verdim....
Thursday, July 13, 2006
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment